Curaçao adası seyahatim, aslında 1989 yılında başladı;
O zamanlar adı, “Muradiye Turizm Otelcilik Meslek lisesi” olan okulunun “Limme” denilen 1 yıllık Servis-Bar kursunu bitirmiş, Bursa / Karacaali / Karaca kampında ve Almira Otel de staja başlamıştım. İlk orada tanıştım Blue Curaçao likörü ile. Rengi beni benden alıyordu. Her cocktail de kullanmak için fırsat kolluyordum. Sonra ki yıllarda başka barlarda da karşıma çıkınca, hakkında bilgi sahibi olmak için bir kaç kitap karıştırdım. Efsane barmen Vefa Zat‘ın cocktail Kitabında buldum aradığımı. Sadece Curaçao adasında yetişen mavi renkte bir çiçeği kullanıyorlarmış yapımında.
Bluechai/Butterfly Pea/Kittelbloem/Clitoria ternatea/Kelebek Bezelyesi gibi bir kaç adı var. Rengi o çiçekten geliyormuş likörün. O an gülümseyerek geleceğe bir not düştüm.
O adaya gidilecek, o çiçek koklanacak!
Yıllar geçti, barmenlik kariyerim çoktan bitmiş, yaşam beni çok farklı bir konuma getirmiş idi. Halen hayatımı sürdürdüğüm Hollanda’da kız arkadaşımın yıllık izni sebebiyle tatil seyahati araştırmalarına girmiştik. Alternatifler arasında, Hollanda Antilleri olarak bilinen 6 ada da vardı. Haritadan inceleme yaparken bu adalardan birinin, gençlik hayallerimi süsleyen Curaçao adası olduğunu görünce, kafamda şimşeklerin çakışını hissettim 🙂 O çiçeği koklamak, öbür alternatiflere bay bay dedirtti.
Hayaller ne için var, gerçekleştirilemeyecek ise? Tüm hayatımız bunun için çalışmakla geçmiyor mu!
Amsterdam-Curaçao uçuş biletini, en ucuz(600€) KLM den bulup, 24 Mayıs – 08 Haziran 2019 tarihlerine (gidiş-dönüş) aldık. Bu fiyat normalden çok ucuz bunu belirtmekte yarar var. “Economy class” ın bu mevsimde standardı, 800€ civarı. Bilet bulamama gibi bir şans yok. Amsterdam’dan Curaçao’ya, her gün birkaç uçuş var. Bu mevsim için özel olabilir bu durum tabi.
Atlas okyanusunu geçip, Karayip denizine inmek, 9 saat 45 dakika sürdü. Hava durumu iyi idi dolayısıyla uçuş türbülanssız, vibrasyonsuz, sorunsuz geçti. Bu gibi, 10 saate yakın uçuşlarda en büyük korkum, uçakta bebek olmasıdır. Var ise o uçuş çekilmez oluyor bana. Neyse ki bu sefer yoktu. 🙂
Curaçao diye yazılıyor, Kurasao diye okunuyor. Uçaktan inip Havaalanı binasına girdiğimde, duvarda yazan “Welcome to Curaçao” yazının (Ç) harfi dikkatimi çeken ilk şey oldu. (Ç) harfini alt kuyruğu ile kullanan başka alfabe olduğunu bilmiyordum.
Buna bir de yanımda yürüyen adamın, cep telefonuyla yüksek sesli bir şekilde Türkçe konuşmasını duyunca dumur/deja vu oldum. Türk bayrağından Tshirt giymiş bu yurdum vatandaşı, bir süre sonra telefonunu kapattığında, ben de ona bir sürpriz yapayım dedim
-Niye bağıra bağıra konuşuyorsun Turkoo ? diye seslenince, irkilip dönüşünü görmeliydiniz
– Ne yapıyorsun burada? Tatile mi geldin? Dedim.
Yan ada olan Aruba’da, hükümet binasının yapım ihalesini bir Türk şirketi kazanmış. Bu yurdum insanı da, İnşaat mühendisi olarak Aruba’ya yollanmış. Curaçao’ya inip, Aruba’ya gemiyle geçecekmiş. Enteresan bir karakter idi. Nereden, nereye? İnşaat sektörümüzün Karayiplerde bir devlet binası ihalesi alabilecek kadar gelişmiş olduğunu bilmiyordum!
Bu formu doldurmayanı Curaçao’ya almıyorlar.
Biraz adanın genel bilgilerini vereyim;
Yüz ölçümü : 444 km²
Nüfus : 150.000’den biraz fazla.
Eğitim : Devlet okullarında Hollandaca zorunlu dil imiş. 2007 yılında bu değişmiş. Şuan yerli dili, İngilizce ve Felemenkçe seçmeli.
Dil : Merkezdeki halk, Hollandacanın yanında İngilizce de iyi konuşuyor. Yerlilerin kendi dili olan, Felemenkçe/ İspanyolca/İngilizce karışımı Papiamentu ve Sömürge dönemlerinde Hollanda’dan önce bu ada İspanyol sömürgesi olmasından kaynaklı, İspanyolca da çokça konuşuluyor.
Din : Osmanlı döneminde İspanya’da hayatları tehlikeye giden Safarad Yahudilerinin çoğu İzmir ve İstanbul’a yerleşmişler. Bir kısım ise, Amsterdam ve Curaçao’ya göç etmişler. Burada en büyük inanç binası, Safarad Yahudilerinin sinagogu. Yerel halkın dini ise Hıristiyanlık. Müslüman Camisi de var dediler ama ben görmedim.
Yönetim/Politik : Curaçao 10 Ekim 2010 da, Hollanda’dan ayrılmış. Daha doğrusu, Hollanda sırtında bir yük olarak gördüğünden, Curaçao’ya bağımsızlık vermiş. Curaçao halkı Hollanda’dan ayrılmak istemiyormuş. Çünkü anakaradan gelen yüklü miktarda işsizlik aylıkları kesilecekmiş. Bunu, Hollanda devletinde üst düzey bir memurdan duydum.
Curaçao adasının merkezi Willemstad şehri. Limanların bulunduğu iç körfezin girişine kurulmuş. Deniz trafiği yoğun olan boğazın iki yakası, Punda ve Otrabanda diye adlandırılmış.
Punda, Felemenkçede nokta demek. İlk yerleşilen yaka. Parlamento ve Bakanlık binaları bu bölgede. İki yakayı birbirine bağlayan iki köprü var. Biri yayalar için. Söylenene göre bu köprü dünyanın en uzun, yüzen köprüsü imiş.
Boğaza gemi/tekne girdiğinde, kapı açılır gibi açılıyor, kapanıyor. Biraz daha iç tarafta, karşıya gidip gelen tekneler de periyodik olarak çalışıyor.
İkinci köprü ise araçlar için, ve gördüğüm en yükseğe tırmanılan köprü! O kadar dik bir kavis çiziyor ki, arabayla tırmanırken, birinci, maksimum ikinci vites kullanılabiliyor. Ürperti vermesi de cabası. Altından büyük Cruise bile geçer. Belki minibüsler tırmanabilir ama daha büyük araçların bu köprüye tırmanabileceğini sanmıyorum, görmedim de.
Denizden karaya doğru baktığınızda sağ yaka, Punda. Tarihi yapılar bu yakada daha çok.
Adanın simgesi olmuş Handelskade caddesi, boğaz boyunca içeri doğru uzanıyor. Rengarenk boyanmış Hollanda karakteristiğindeki tarihi binalar, bu cadde üzerinde. Otrabanda(Felemenkçede “öteki yaka” demek.)’dan Punda ya doğru baktığınızda, bu binaları görebilirsiniz. İnternette Curaçao denince görülen ilk fotoğrafların çekildiği konum burası.
Sokak hikayelerinde anlatılan, adanın ilk Hollanda’lı sömürge valisinin migreni varmış ve geçmesini sağlamak için binaların rengarenk boyanmasını emretmiş. Geçmiş mi orasını anlatanlar bilmiyor 🙂 Burada bir kaç Bar-Cafe-Restorant var. Venezüella’dan gelen güzel garsonların çalıştığı bu mekanlarda oturup bir şeyler içmek, (Özellikle Blue Curaçao likörü ile yapılmış cocktaillerden) Curaçao’nun “olmazsa olmaz”ı 🙂 Bu Venezüella’lı garsonlar, güzelliklerinin farkındalar ve bunu çok iyi kullanıyorlar. Dikkat etmek gerek! 😉 Dünya güzellik yarışmalarını en fazla kazanmış ülke Venezüella idi yanlış hatırlamıyorsam!
Handelskade caddesinin arka sokaklarına doğru keşif ve macera arayışına girerseniz, evsiz, junkielerin ısrarlı dilenmelerine maruz kalabilirsiniz, bir başka dikkat edilesi konu da bu. Fotoğrafçıların seveceği kadrajlar var bu sokaklarda, bunu da belirtmeliyim.
Bu dar sokaklarda dolaşırken yanınıza 24 ya da 35 mm lens almanızı tavsiye ederim. Dar açılı lensler işlevsiz kalabiliyor. Ayrıntı-makro-portre çekecekseniz o ayrı. Bu sokaklarda dolaşırken kendimi İstanbul/İstiklal caddesinin arka sokaklarında hissettim. Biraz tehlikeli ama bir o kadar da hayat dolu ve güzellikler var.
Curaçao, 2010 a kadar Hollanda sömürgesi olduğundan, bütün tarihi boyunca Hollanda’nın limanlarından yola çıkan ticaret gemileri, bu adayı depo olarak kullanmış. Amerika’ya olan tüm ticaret buradan dağılmış. Şimdilerde büyük bir rafineri de var.
Curaçao’ya en yakın kara parçası, Venezüella. Fakat araları iyi değil. Özellikle bu günlerde Venezüella’daki ihtilalden kaçan halk, ne bulursa onunla bidona bile sarılıp denize açılıyor, Curaçao’ya kaçıyor. Tabi iki kara parçasının arası öyle yüzülerek aşılabilecek bir yakınlıkta olmadığından, Türkiye’deki kaçak göçmen teknelerinin çoğunun başına gelen, burada da yaşanıyor. Gençlik rüyam olan bir çiçeği koklamak için geldiğim bir adada, plaja vurmuş cesetlerle karşılaşmak ta ancak benim başıma gelebilecek türden
Adada, olası bir Venezüella saldırısına engel olmak için, yoğun Amerikan askeri yığınağı var. Askeri bölgenin yanından geçerken, Amerika’nın robot benzeri tanklarını görünce irkildim. Böylesini ilk defa gördüm. İnternette bile bunların fotolarını hiç görmemiştim. Hollanda ordusu dururken Amerikan ordusunun buraya yığınak yapması da ayrı enteresan!
Curaçao’nun, kuru ve aşırı sıcak havası var. Sağlık sorunları çıkarabilecek kadar. Antalya, en sıcak günlerinde nasılsa, burası iki katı. Buraya en serin mevsimini öğrenip o zamanlarda gelmek gerek.
Bir daha AirBNB kullanmayacağım! Bu üçüncü mağduriyet!
1. Barcelona’da “Tüm şehri gören balkonu var” yazıyordu, sokağın sonundaki halka açık terasın fotoğrafıymış meğer. Odunluk gibi bir yerdi. Yatağın üzerinde Cam kırıkları vardı. Kirli berbat bir yerdi.
2. İstanbul’da İstiklal caddesinde bir ara sokakta, Disco-Bar’ın üst katı olduğunu hiç belirtmedikleri dairede 10 gün, 24 saat aşırı ötesi gürültüde uykusuzluk çekmek zorunda kaldık.
3. ise Curaçao. Her şey harika görünüyordu sayfasında. Tüm fotolar özenle çekilmiş, geniş açı lens kullanılmış, full manipülasyon! Kiraladığım apart, banliyönün göbeği imiş meğer!
Harlem mi desem, Hazıhüsrev mi desem, Kamberler mi desem, yoksa Çinçin mi? Neyse. İşte öyle bir bölge.
Eyyy #airbnb! Satın almadan önce tam adresi vermemen, tam konumu göstermemen, bizi çok mağdur ediyor. Ya mekânları iyi kontrol et! Ya da bu özeliği kaldır, böyle devam ettiğin sürece bir daha seni kullanmayacağım. Artık yeter!
Apartın içinde parmaktan daha büyükçe lizard ailesi yaşıyor. Ev sahibi “zararsızdırlar” dedi! Bilemedim!
Curaçao’da, evlere verilen elektriğin ücreti önceden ödeniyor. Dağıtım şirketinin verdiği kod, sayaç a giriliyor, sonra kullanıma açılıyor. Ev sahibi, yeni yükleme yaptığını, konaklamamızın bitimine kadar yeteceğini söyledi. 4 gün sonra elektrik kesilince, ev sahibini aradık, geldi baktı “çok harcamışsınız” dedi. Ne yaptık ki sadece klima 24 saat açıktı! Aksi düşünülemez ki. Böyle bir sıcağa daha önce hiç maruz kalmamıştım! Geri kalan günlerimiz için de elektriğe 100 Euro daha ödemek zorunda kaldık. Buraya seyahat edipte apart ya da ev kiralayanlar bu konuya dikkat etmeli.
Her gün dışarıda yemek için bütçemiz olamadığından, bazı öğünleri evde yemeye karar verdik. Alış veriş için dışarı çıktığımızda, mahallenin tek marketi olan, zindan gibi bir yere geldik. Girmek için demir parmaklıklar, asma kilitlerinden arındırılıyor. Tipine bakıyorlar sonra içeri alıyorlar da alış-veriş yapılabiliyor!
Yolda yürürken, köşe başının esmer broları kesti yolumu, “Have some coins for me?” dediler! Türkiye’de bizim mahallede de bu gibi tipler, “var mı bi kaç kuruşun?” derdi. Yine İngilizin, o çok sevdiğim atasözü geldi aklıma “Same shitt different location”
Ulen kim öğretti bu esmer nigalara yurdum banliyö kültürünü/staylasını?
O noktada action koptu tabi! Curaçao banliyösünün esmer nigaları, Türk banliyö staylasını öğrenmeye başladılar 😀 Telefonumu çıkarıp o anı çekebilseydim keşke. Ölümsüz ya da öldüresiye bi an idi
Neyse başladım, “Bulut olur, üzerine çökerim” i anlatmaya bu esmer brolarıma
Yalnız bir tanesi, balta girmemiş ormanların içinde yol açmaya yarayan, machette/palasını elinde sallayıp duruyordu. Ona da yurdum kenar mahalle jargonundan bir demet sarf etmek isterdim!
“İndir onu, yoksa seni Willemstraat’ın göbeğine kadar kovalarım!” Maça yemedi tabi buralarda
Çok güldüler nedense tavırlarıma! Ecel denen şeyin anlamının, arayışına girmeyeyim diyorum kendime. Varoluş’umun yegane temeli bu şuan!
Yalnız çok eğleniyorlar benle. Tabi ben de onlarla. Antalya’nın sıcağını ikiye katlamış bir Karayip adasında, National Geographic’in kurmaca belgesellerinin birinde gördüğüm, çitanın ceylanı yanına alıp oynaşması gibi bir durumdu yani!