Pasifik Okyanusunda bir tropikal ada. NIUE.
Mistik, Otantik.
Robinson Crusoe her an karşıma çıkabilir. Belki de Cast Away filminden Chuck Noland. Onun uçağı da buralarda bir yerde düşmüştü yanlış hatırlamıyorsam. Adanın her yerinde Wilson adlı topu, ya da Cuma’yı aradı durdu gözlerim.
2006 yılıydı.
Oturum hakkımı koruyabilmek için, Yeni Zelanda’ya iki yılda bir giriş-çıkış yapmam gerekiyordu. İkinci kez gittiğim seferde, Wellington’da göçmenlik bakanlığında, bir kaç günde işlemlerimi tamamladıktan sonra boş kalmıştım.
Türkiye’ye dönüş uçuşum, 25 gün sonra idi. Kısıtlı bir bütçe ile geldiğim için, ucuz yollu çevre gezileri ile bu 25 günü geçirmem gerekiyordu. İlk geldiğimde, Yeni Zelanda’nın gitmedik noktası kalmadığından, havaalanında en yakın ve ucuz alternatiflere bakmaya başladım. Alternatifler arasında Fiji, Samoa ve Niue adalarını belirledim. Aslında Tazmanya adasına da gidebilirdim ama orası biraz daha medeniyet almış bir adaydı. Ben daha otantik bir yer seçmeliydim. Fiji’ye daha önce gittiğim için orayı eledim. Samoa adalarını da, Samoanlara pek ısınamadığımdan, eledim. Daha önce Yeni Zelanda’da iki yıl yaşadığım dönemden biliyorum, çok “Samoan” var Zelanda’da ve pek dost canlısı değillerdi. Uslu uslu günümü doldurmak, bu arada ıssız, ucuz, yerleri görmek istiyordum. Böylelikle, Niue Adası son karar oldu.
Bu kararın ardında başka bir neden daha var aslında. Bu adada doğmuş, bir Yeni Zelanda vatandaşı ile yaptığım evlilik. Evet! Yeni Zelanda’da oturum alabilmek için anlaşmalı olarak evlendiğim hanımın doğum yeri bu ada. Evlilik evraklarımızda görmüştüm. Niue adası doğumlu idi. O evrakları hala saklarım
Yeni Zelanda’dan, iki haftada bir Niue adasına uçuş var. Avustralya biletinden çok daha ucuzdu.
6 kişilik Cessna 152 tipi uçakla, Pasifik Okyanusunun üzerinde 700-800 metre yükseklikte uçarak, üç saatten fazla süren yolculuğumuzdan sonra adaya indim. Yolculuk biraz ürperti verici olsa da, harikaydı. Uçağın camını bile açtık zaman zaman
Uçsuz bucaksız okyanus, insana ne kadar aciz olduğunu fark ettiriyor. Sükûnet en büyük yardımcı böyle zamanlarda. Tabi pilotun kendi elleriyle açtığı kaliteli bir şişe Avustralya şarabı da! Ahhhaaaaa şimdi bittik! dedim içimden pilot uçağı bırakınca Bereket kendisi içmedi. Okyanus yüzeyine yakın uçuşlar daha bir korkutuyor insanı. Pilot bunu hep yaparmış
Adada gördüğüm tek asfalt, küçük uçaklar için olan bu havaalanının pisti idi. Şehir ya da kasaba beklemiyordum tabi ama biraz yerleşim merkezi, biraz kalabalık falan ummadım değil. Neyse. Sorun da değil. Bir ya da iki hostel var adada değişik noktalarda birbirine yakın olmayan. Bir de şansıma araba kiralayan biri vardı. Pasifik okyanusunun neredeyse ortasındaki bu adaya neden ve nasıl otomobil getirilmiş, o da tarafımdan ayrı merak konusu. Bir de binek normal araç yani. Jeep falan gibi bir şey de değil. İlginç. Neyle karşılaşacağımı bilmediğimden kiraladım. Gerekirse içinde yatarım falan. 2 hafta bu.
Plajlar ve kumdan başka bir şey görmeyeceğimi umuyordum ama adanın çoğu kayalık sahil. Kum plajlar var tabi ama çoğunlukta değil.
Meşhur bir mağarası var, “Talava kemerleri” denen doğal oluşum, bir iki küçük cennet koy, Turkuaz rengi sular, palmiyeler, ada, ummadığım kadar yeşil. Ben daha çorak umuyordum.
Adanın yerel mutfağında doğal olarak, deniz ürünleri ve tavuk hakim. Domuz, inek, dana etinden yemekleri hiç görmedim. Bilmiyorum belki bana denk gelmedi. Hostel sahibesi Teressa, (Big mama ) her gün tavuk ve balık yemekleri pişirdi. Daha önce hiç tatmadığım lezzetler bunlar. Enteresan baharatlar var. Çok farklı tatlar veriyor yemeklere. Aslında adanın her tarafı tropikal meyvelerle dolu. Muz mesela. Ama burada yeşil iken yiyorlar muzu. Sarı olduğunda atıyorlar çöpe. Türkiye’de de tersi. Yeşil muzu kimse yemez. Yeni Zelanda’da da öyle. Manavlarda yeşil muzun kilosu 1 nzd ise, sarı muz 0,50 nzd dir. Bu durum benim çok işime yarıyordu
Değişik mezhepli bir hıristiyanlık var burada. Katolik, Portestan falan değiller öyle anlaşılıyor. Pazar günleri kiliseye giderken, yöresel kıyafetleri olan, ayak topuğuna kadar uzun etek gibi bir şeyler giyiyor erkekler. Uzaktan gördüğüm kadarıyla. Çekiniyorum. Yerliler bir kaç kuşak önce yamyammış. Pek yaklaşmaya gelmez aman!
Adanın tüm kıyı şeridini dolaşan bir toprak yol var, engebeli değil, düz yol. Adanın her noktasına ulaşabildim bu yolla.
Beğendiğim yerde durup yüzüyorum falan.
Bir büyük market var her şey var. Ne ararsan. Hiç bir şeyin eksikliğini çekmedim. Kendi ürettikleri bir Rom var. Sağlammm
İlk Hollandalılar keşfetmiş adayı. Adı da Hollandacada “Niue=New=Yeni” demek. Sonrasında, bir İngiliz klasiği olan, “Hollanda adasına çökme” olayı gerçekleşmiş. Şimdilerde İngiliz kültürü daha hakim. İngilizce biliyorlar. Adanın kendi dili de var. Samoalar, Fijiler bu bölgenin adaları birbirlerine yakın dilleri var. Yeni Zelanda ve Avustralya’da “Adalı” diyorlar buraların halklarına. Çoğunun Avustralya ve Yeni Zelanda pasaportu var. Çalışmaya gidiyorlar. Çoğu da dönmüyor geri. Adanın %90 halkı Avustralya ve Yeni Zelanda’da yaşıyormuş. Bizdeki göç hikayelerinin aynı.
Yerliler çok fazla sigara içiyor. Hiç ağızlarından düşürmüyorlar. Kaba etli hatta şişmancalar. Çok sağlıklı, fit görünümleri yok benim görebildiklerimde.
Çokta fazla anlatılabilecek bir şey yok aslında bu adaya dair. Büyük olmayan, (250kmkare) tipik bir Pasifik adası.
Elektrik prizleri Yeni Zelanda ile aynı.
İnternet yok.
Asla hakkında konuşmamanız gereken kelime “Coconut”. Hindistan cevizinden öyle nefret ediyorlar ki, o kelimeyi ağzına alana saldırıyorlarmış. Komşu ülkeler, bu adanın halkına “Coconut” lakabıyla sesleniyormuş ve onlar bundan hiç hoşlanmıyorlarmış.
Vize olayı yok buraya gelmek için. Yeni Zelanda adası sayılıyor ama karışık biraz.
Para birimi olarak da NZD geçerli.
Bir daha gidermiyim? Hayır.